“Sevgili!
Aşkın
şiirini yazmak isterdim sana; sana aşkı şiir ile yazmak isterdim. Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende
tanıma isterdim. Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak isterdim”*
Bir
cümlelik bir sitemdi ve yüzünde gördüğüm kırgınlıktı aşkı satır aralarına
sığdırmaya çalışmam, sığar mıydı ki sığdırmaya çalışıyordum, bizi hiçlikten
alıp, her şey olmanın sonsuz hazzına vardıran aşkın, tarifi var mıydı ki? İnsan
olmanın gereği olan aşk, iki ayna gibi birbirine sonsuzluğu yansıtmaktan mı
geçiyordu?
Hikâyemin
kahramanları anlaşıldığı üzere esas oğlan ve esas kız. Tarifiyle başlayalım
esas oğlan ve esas kızın, sonra uzanalım içine sürüklendikleri serüvenlerine,
oradan da çıkıp atlayalım hayal gemisine, bakalım kâşif olup nereleri
keşfedeceğiz.
Biraz
içine kapanık, çoğu zaman, sinesini yırtıp çıkan, onurundan ve gururundan
sıyrılan, gözpınarlarından sızan, iki damla gözyaşıyla durgularını ifade etmeye
çalışan, kim bilir ruhunun kuytu köşelerinde gizlediği boşluğu, cevapsız
sorularla kapatmaya meyleden, geçmişinde ise canının yağdığı aşikâr olan ve
yorgunluğun, bıkkınlığın verdiği hezimetle, kabuğuna çekilmeye, sakin ve dingin bir yaşam sürmek için yeni
bir başlangıç yapmaya karar veren, bugünündeyse; etrafına tedbirlerle
yaklaşan, hep kendinden vermekten
yorulan, huzuru biraz da yalnızlıkta arayan esas oğlan, bir vesileyle
rastlaşmıştı esas kızla, içinden geçirdiği duyguların önüne geçemeyen, bir
heyecanla başlayan aşk serüvenin içinde bulmuşlardı kendilerini.
Esas
kızımızsa, kendini yokluktan alıp, Yaradan’ ın yaratığı dünyevi âlemde var
olmaya çaba gösteren, geçmişinde acıyla yoğrulmuş, yorulmuş, yaşadığı hayattan
ve elinden tutmaya çalıştığı her şeyden ağzı yandığı için kendi etrafına
duvarlar ören, köşe bucak insanlardan kaçan, suskunluğuyla insanlara bir şeyler
anlatmaya çalışan, bugünündeyse; geçmişinden sıyrılıp, geleceği için mücadele
etmekten, kendi içinde sonu gelmez yolculuğa çıkıp, kaybolmaktan ya da eli boş
dönmekten korkmayan, kaybettiği belki de hiçbir zaman sahip olamadığı özgüven duygusuna sahip olmaya çalışırken hasbelkader karşılaşmıştı esas oğlanla, içini açmıştı
ona, büyük bir istekle aşk serüveninde yer almayı kabul etmişti.
Hiç
umulmadık bir anda, umulmadık sonlar ve başlangıçlar yaşar insanlar. “O”nlar
için kendi içlerindeki karşılıklı sonlarla; fakat karşılıklı umutlarla başlayan
bir başlangıçtı. Bazen zordur yeniden başlamak, kendinden alıp başkalarına
verdiklerin seni bir duvar gibi duyarsız ve duygusuz olmaya itmiştir. Yıkmak
zordur kendi içindeki önyargıları, güvenmekse; derin bir nefes alıp ta, kendini
bir ağacın gövdesine yaslamak, gözlerini gökyüzüne dikip, yüzünde tatlı bir
tebessümle buluttan hayaller kurmak gibidir. Bu hikâye, onlar için yeni bir
başlangıç, umutla çıkılmış bir yolculuk misali tarifsiz.
“‘
Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik ’ diyor Eflatun aşk için. ‘
Artmaz’ kısmında külliyen yanılıyor üstat. Bir çoğalmadan ibarettir çünkü aşk,
bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir. Devamlı artmayan bir duygunun
aşk olması ne mümkün?
Aşk
dışarıdan bakıldığında bir deliliktir, içine girdiğinde akla ihtiyaç göstermez
olur. İnsan aklı nötr bir varlık ve ya bir sıvı değildir. İçine konulduğunda
kabın şeklini alır. Aşk ise, gönülde hissedilir. Bu bakımdan aşığın aklı,
gönülün eline verilmiş sayılır. Akıl ile gönül, insanın birbiri ile çatışan
yönü değil, belki birbiri ile bütünleşen iki soyut özelliğidir.”*
*İskender
Pala, Kitab-ı Aşk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder