1 Nisan 2012 Pazar

Aşka Dair


“Sevgili!
   Aşkın şiirini yazmak isterdim sana; sana aşkı şiir ile yazmak isterdim.  Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende tanıma isterdim. Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak isterdim”*
   Bir cümlelik bir sitemdi ve yüzünde gördüğüm kırgınlıktı aşkı satır aralarına sığdırmaya çalışmam, sığar mıydı ki sığdırmaya çalışıyordum, bizi hiçlikten alıp, her şey olmanın sonsuz hazzına vardıran aşkın, tarifi var mıydı ki? İnsan olmanın gereği olan aşk, iki ayna gibi birbirine sonsuzluğu yansıtmaktan mı geçiyordu?
   Hikâyemin kahramanları anlaşıldığı üzere esas oğlan ve esas kız. Tarifiyle başlayalım esas oğlan ve esas kızın, sonra uzanalım içine sürüklendikleri serüvenlerine, oradan da çıkıp atlayalım hayal gemisine, bakalım kâşif olup nereleri keşfedeceğiz.
   Biraz içine kapanık, çoğu zaman, sinesini yırtıp çıkan, onurundan ve gururundan sıyrılan, gözpınarlarından sızan, iki damla gözyaşıyla durgularını ifade etmeye çalışan, kim bilir ruhunun kuytu köşelerinde gizlediği boşluğu, cevapsız sorularla kapatmaya meyleden, geçmişinde ise canının yağdığı aşikâr olan ve yorgunluğun, bıkkınlığın verdiği hezimetle, kabuğuna çekilmeye,  sakin ve dingin bir yaşam sürmek için yeni bir başlangıç yapmaya karar veren, bugünündeyse; etrafına tedbirlerle yaklaşan,  hep kendinden vermekten yorulan, huzuru biraz da yalnızlıkta arayan esas oğlan, bir vesileyle rastlaşmıştı esas kızla, içinden geçirdiği duyguların önüne geçemeyen, bir heyecanla başlayan aşk serüvenin içinde bulmuşlardı kendilerini.
   Esas kızımızsa, kendini yokluktan alıp, Yaradan’ ın yaratığı dünyevi âlemde var olmaya çaba gösteren, geçmişinde acıyla yoğrulmuş, yorulmuş, yaşadığı hayattan ve elinden tutmaya çalıştığı her şeyden ağzı yandığı için kendi etrafına duvarlar ören, köşe bucak insanlardan kaçan, suskunluğuyla insanlara bir şeyler anlatmaya çalışan, bugünündeyse; geçmişinden sıyrılıp, geleceği için mücadele etmekten, kendi içinde sonu gelmez yolculuğa çıkıp, kaybolmaktan ya da eli boş dönmekten korkmayan, kaybettiği belki de hiçbir zaman sahip olamadığı özgüven duygusuna sahip olmaya çalışırken hasbelkader karşılaşmıştı esas oğlanla, içini açmıştı ona, büyük bir istekle aşk serüveninde yer almayı kabul etmişti.
   Hiç umulmadık bir anda, umulmadık sonlar ve başlangıçlar yaşar insanlar. “O”nlar için kendi içlerindeki karşılıklı sonlarla; fakat karşılıklı umutlarla başlayan bir başlangıçtı. Bazen zordur yeniden başlamak, kendinden alıp başkalarına verdiklerin seni bir duvar gibi duyarsız ve duygusuz olmaya itmiştir. Yıkmak zordur kendi içindeki önyargıları, güvenmekse; derin bir nefes alıp ta, kendini bir ağacın gövdesine yaslamak, gözlerini gökyüzüne dikip, yüzünde tatlı bir tebessümle buluttan hayaller kurmak gibidir. Bu hikâye, onlar için yeni bir başlangıç, umutla çıkılmış bir yolculuk misali tarifsiz.
“‘ Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik ’ diyor Eflatun aşk için. ‘ Artmaz’ kısmında külliyen yanılıyor üstat. Bir çoğalmadan ibarettir çünkü aşk, bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir. Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün?
   Aşk dışarıdan bakıldığında bir deliliktir, içine girdiğinde akla ihtiyaç göstermez olur. İnsan aklı nötr bir varlık ve ya bir sıvı değildir. İçine konulduğunda kabın şeklini alır. Aşk ise, gönülde hissedilir. Bu bakımdan aşığın aklı, gönülün eline verilmiş sayılır. Akıl ile gönül, insanın birbiri ile çatışan yönü değil, belki birbiri ile bütünleşen iki soyut özelliğidir.”*
*İskender Pala, Kitab-ı Aşk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder